Sağ sol kutuplaşmasının tırmanmaya başladığı yetmişli yıllar. Samsun'da Genç Ülkücüler Teşkilatı oldukça aktif, Terme'de tek gençlik yapılanması, Çarşamba ve Havza'da aktif ama Bafra'da başka, Bafra hem MHP'nin hem de Genç Ülkücülerin kalesi. MHP de atakta. Ata Kıral Ağabey yeni il başkanı olmuş, ben il sekreteriyim. Bütün ilçelerde varız ve ataktayız; fakat Alaçam'da yok denecek kadar az ve güçsüzüz. Alaçam hemen ilerisindeki Gerze ile birlikte solun iki kalesi.
Allah rahmet eylesin, dava vekili Salih Baykan ve etrafındaki az sayıda insan ve genç direnmeye çalışıyorlar. Günlerden bir gün Bafra İlçe başkanımız Vahdettin Bahadır geldi. Vahdettin mimar, Vahdettin güreşçi, hem yüreği hem de bileği sağlam. Bafra'nın 'ülkücü kalesi' olmasında emeği çok büyük…
'Ben; Alaçam'ı çözerim ama siz kabul eder misiniz?' dedi. Arnavut Ahmet namıyla maruf birisinden bahsetti, biz onun ilçe başkanı olmasını kabul edersek bu iş tamammış ama 'küçük bir sorun' varmış: Arnavut Ahmet namıyla maruf Ahmet Arslan eski kabadayılardanmış! Gerçi 'ıslahı nefis' etmiş ama…
Hemen ertesi günü gittik Alaçam'a, Ata Kıral Ağabey, Vahdettin Bahadır, ben ve birkaç genç. 'Falan kahvede bulursunuz' demişler, gittik, selam verdik ve ahaliye 'Ahmet Bey'i arıyoruz' dedik. Kimsenin kılı kıpırdamadı, tanıyan kimse yok zannıyla çıkıyorduk ki Ata Ağabey döndü 'Beyler biz Arnavut Ahmet'i arıyoruz' dedi. Biraz önce yüzümüze bakmayan ve 'Ahmet Bey'i' tanımayanlar biden canlandılar, hemen yer açtılar, 'buyur' ettiler.
Bir süre sonra kapı açıldı, sekiz köşe kasketli iki kişi önde iki kişi arkada ve bu dörtlünün arasında en az 1.90 boyunda sırım gibi bir adam içeri girdi. Tüm kahve ayakta; geldi kendimizi tanıttık, tokalaştık ve oturduk.
Girişi Ata Ağabey yaptı, sonra da sözü ben aldım. Ben anlattım o dinledi, ben sustum sözü aldı, ben oldukça uzun konuşmuştum, o çok kısa konuştu. 'Ben konuşmaktan anlamam, ben vuruşmaktan anlarım, konuşmaya var mısın?' diye sordu. Olmaz olur muyum hiç, 'elbet varım' dedim. O da 'tamam ben de vuruşmaya varım' dedi.
İki gün sonra Alaçam'dan birileri teşekküre geldiler 'O aslan parçasını saflara kattığımız' için. Alaçam'da tüm hava birden değişmişti. Artık sağda olmak değil solda olmak sıkıntılıydı, hele de saldırgan solda olmak.
Bir seçim öncesi Yakakent'te konuşacağız. Belediye başkanı CHP'li, belediye hoparlörünü vermedi bize. Ben de cami bahçesinin duvarına çıktım, sesimin tüm gücüyle bağıra bağıra konuşuyorum. Biraz sonra Alaçam'ın ve Yakakent'in solcu gençleri önce toplanmaya sonra da yavaş yavaş sataşmaya başladılar. Hiç umursamıyorum, biraz o yaşların umursamazlığı ve korkusuzluğu biraz da Ahmet Arslan'ın karşı kahveden manzarayı seyretmesin etkisi olsa gerek. Çok geçmeden kahveden çıktı, ağır ağır geldi, şöyle bir durdu ve 'Bir terbiyesizlik mi var avukat' diye sordu gelenlerin gözlerinin içine baka baka. Sormasıyla kalabalığın dağılması bir oldu.
500 civarında oyumuz vardı, hiç muhtarımız ve meclis üyemiz yoktu. 'Bin oy ve dört muhtar yeter mi?' dedi. İlk seçimde bini biraz aşan bir civarında oy aldık, dört muhtarlık kazandık. Muhtarlardan birisi de kendisiydi.
Ben 1978'de Samsun'dan ayrıldım, 1998'de bir iş için Bafra'ya gittiğimde önce Ülkücü hareketin yiğit isimlerinden Avukat Mehmet Kurt'la, daha sonra da Alaçam'da Arnavut Ahmet'le buluştuk, eski günleri yad ettik. Alaçam'dan ayrılırken 'nasıl tedbirli davranıyor musun?' diye sordum. 'Hiç merak etme, kapımda on aslan bağlı' dedi. Aslan dedikleri oğullarıydı. Vedalaştık. Bu son görüşmemizmiş meğerse.
Ankara'ya döndükten dört ay kadar sonra bir telefon konuşmasında Ata Kıral Ağabeyden duydum Arnavut Ahmet'in öldüğünü. Çocukluktan gençliğe yeni adım atmış birine vurdurmuşlar bölgenin efsane ismi eski kabadayıyı.
NOT: Avukat Necati Bulutay Ağabey uyardı; geçen haftaki 'Komando Kampında İki Artist' başlıklı yazımda adı geçen artist Sadettin Erbil değil Sadettin Düzgün olacaktır. Düzeltir özür dilerim…