Dünkü gazetelerde dış politika, Suriye, IŞİD ve ülkeyi sarsan Kobani eylemleriyle ilgili oldukça önemli üç röportaj vardı. Birini Milliyet Gazetesi’nden Serpil Çevikcan Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Malatya dönüşünde uçakta yapmış. Bir diğerini ise Cumhuriyet Gazetesi’nden Leyla Tavşanoğlu Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı ile gerçekleştirmiş. Deniz Bölükbaşı, TBMM’de reddedilen meşhur 1 Mart Tezkeresi görüşmelerini yürüten ve protokolü hazırlayan Türk heyetinin başındaki kişi; iki tezkere karşılaştırması ve uluslararası hukuk açısından son derece önemli şeyler söylemiş. Üçüncü röportaj ise Adalet ve Kalkınma Partisi kurucularından ve eski genel başkan yardımcılarından Adıyaman Milletvekili Mehmer Mir Dengir Fırat’la. Fırat’la Taraf Gazetesi’nden Bahar Kılıçgedik ve Remzi Badancir konuşmuş. Eylemlere “AKP tabanı da katıldı” iddiasında. Bugün basında pek yankı bulacaklarını sanmıyorum. Gündemi muhtemelen HSYK seçimleri ve bunun tartışmaları işgal edecektir.
Ben bu üç röportajdan sadece birisinin ve onun da sadece bir bölümün üzerinde duracağım. Aşağıdaki sözler Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ait:
“Tezkereden bir gün önce öyle bir planlama yaptık ki çözüm süreci ile ilgili Bakanlar Kurulu kararı çıkardık. Bu zamanlama ile HDP’ye şu mesajı verdik: Bu tezkereyi çıkararak ne içerideki ne dışarıdaki Kürtleri karşımıza almaya niyetimiz yok. Çözüm sürecini dakik şekilde işleteceğiz. Çözüm süreci kararını bir gün önce getirdiler, ‘bekleyin, yarın yapacağız’ dedim. Tezkere gece 12.00’de gitti, çözüm sürecini 17.00’de ilan ettik. Biz satranç oynamayı bilen insanlarız. Selahattin Demirtaş’a ‘Bak’ dedim ‘Yarın bizden Kobani’ye yardım isteyemezsiniz, eğer tezkereye hayır derseniz. Aynı gün Salih Müslim’i Türkiye’ye getiriyoruz. Bakın kaç jest arka arkaya. Bir anlamda ‘meşru görüyorum seni’ diyoruz. Bu dediğimiz adamlar, sicili temiz adamlar değil ki, PYD, Suriye halkının katliamına ortak olmuş bir örgüt.”
Sayın Başbakan ne demek istiyor? Anlamak mümkün değil, en azından ben anlamıyorum daha doğrusu anlayamıyorum. Çelişkiler ya da bir başka ifadeyle hazin itiraflar yumağı bir paragraf!
Ne demek “içeride ve dışarıda Kürtleri karşımıza almaya niyetimiz yok” demek? Devlet vatandaşını niye karşısına alır ki? Ya da devlet vatandaşına niye HDP üzerinden mesaj verir ki? Doğrudan kendisi konuşmaz mı, konuşamaz mı? Hem HDP kim? HDP kimi ve neyi temsil ediyor? HDP, Türk siyasetinin Türk yasalarına tabi bir siyasi partisi mi yoksa bir etnik yapılanmanın temsilcisi mi? Hangisi?
Bunlar önemli ama geçelim, parmak basılacak daha önemli noktalar var. Sayın Başbakan, “Çözüm süreci kararını tezkereden bir gün önce getirdiler” diyor. Getirenler kimler, nereden ve kimden getirdiler? Apo’dan olabilir mi? Değilse bile yukarıdaki ifadeler onu akla getirmez mi?
“Tezkere gece 12’de gitti, çözüm sürecini 17’de ilan ettik” ifadesi de bir başka kafa karıştırıcı ifade değil mi? Tezkere gece 12’de nereye, kime ve niye gitti? Bu da Apo’ya ve onay için olmasın?
Sayın Başbakan ayrıca Salih Müslim’i Ankara’ya getirmekle “bir anlamda meşru görüyorum seni” dediklerini aktardıktan sonra hemen adından gelen cümlede de “ bu dediğimiz adamlar sicili temiz adamlar değil ki” diyor. Ben de soruyorum: Sicilleri temiz olmayan adamları niye ve nasıl meşru görebiliyorsunuz?
Eskilerin “şecaat arz ederken sirkatini söylemek” ya da “konuşarak batmak” dedikleri hal bu mu olsa gerek?