Şair 'Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler/ Varak-ı mihr-ü vefayı kim okur kim dinler' demiş. Yabancı olduğumuz kelimeler olsa bile anlamak pek de zor değil sanırım. Bülbülün feryadını işitmeyen gülün vefasızlığında yola çıkarak insanların vefasızlığına yakınıyor şair.
Bu sadece güle ve sadece bülbüle has bir hal değil, bize de yani yazan çizenlere ya da yazıp çizdiğini sananlara da has. Ya gazetelerde ve de sosyal medyada yazıyoruz ya da televizyon ekranlarında konuşuyoruz ama ne yeterince okutabiliyor ne de dinletebiliyoruz. Yine de yazıyor, yine de konuşuyoruz ve galiba bu hep böyle sürüp gidecek.
Bilmiyorum, kelime hazinemizde kaç kelime kaldı ya da o kelime hazinemizden kaç kelimeyi bilerek ya da bilmeyerek kaldırıp attık adaba, edebe, vefaya, geçmişin hukukuna dair. Birlikte yaşanan geçmişin, uzun veya kısa yol arkadaşlığının bu kadar çabuk unutulduğunu görmek ve o yol arkadaşların birbiri hakkında söylediklerini duymak ne acı. Hele de belli bir yaştan sonra.
Bir zamanlar biz de gençtik ve bir zamanlar biz de birileriyle yan yana, omuz omza bir dava, bir ideal ve ülkü peşinde koştuk. Kah düştük, kah kalktık, kimi yol arkadaşlarımızı bir kanlı kurşuna kurban verdik, kimilerini de hastalık bahanesiyle aldı ecel bizden. Yorulanlar da oldu, yollarını ayıranlar da. Ama geçmişini inkar eden ve eski yol arkadaşlarına söven sayan hiç olmadı. O günleri her geçen gün daha da artan bir özlemle arıyor, minnet ve şükranla anıyorum.
Geçmişle hesaplaşmak ve yolu ayırmak ya da değiştirmek hayatın içinde var, yadırgadığım o değil. Yadırgadığım yol arkadaşlığının geçmiş tüm hukukunun yol ayrımından hemen bir adım sonra ayaklar altına alınması. Yeni yolda yürünürken eski yol arkadaşlarına en ağır hakaretlerin yapılması ve en olmadık iftiraların atılmasıdır. Bir uzun geçmişin ne kadar süreceği bilinmez bir bilenmez gelecek için kepaze bir üslupla her türlü pisliğe batırılıp çıkarılmasıdır.
Ne yazık ki karşı siperlerden biri birine en ağır hakaretleri savuranlar bir taraftan da 'ahlak' gibi bir önemli kavramı siyasi söyleminin vazgeçilmezi ilan ederek devlet ve millet yönetimine talip oluyor, olabiliyor.
Bu üslup bu milletin üslubu değil, bu üslup bu toprakların ürünü değil. Bu topraklar temiz, bu topraklar mübarek, bu topraklarda Yunusların, Hacı Bayramların, Hacı Bektaşların sevgi dolu sesleri duyulur hala. Ve bu toprakların son sahibi olan ve inşallah ebedi sahibi olacak bizlere düşen bu nefret dilini, bu hakaret dilini bir an önce bırakıp yeniden sevgi diline dönmek. Bunu başarabiliriz, başarmak zorundayız.
Ayrılan yolun nerede ne zaman yeniden birleşeceğini kim bilebilir ki? O gün geldiğinde insana en lazım şey şüphesiz ki karşındakinin yüzüne kızarmadan, utanmadan bakabilecek bir yüzdür.