Ahlak, bireyin veya toplumun uymak zorunda hissettiği kural ve davranışlar olarak tanımlanır.
Ahlak kurallarını o toplumun yıllardır sürdürdüğü yaşam koşulları belirlemektedir. Bu kurallar hızlı değişmez. Güçlü liderler ve dini kurallar, bu süreci hızlandırabilir. Bu nedenle tek tanrılı dinlerin çoğu, siyasi iktidarın gücünü kuvvetlendirmek amacıyla kullanılmışlardır.
Toplumsal yapının bozulması, ahlaki çöküşe neden olur. Dinin toplumsal rolü de yadsınamaz; ancak, yaşadığımız toplumsal yozlaşmayı sadece dini değerlerden uzaklaşmak olarak algılamak da doğru olmaz.
Günümüzde eğitimin dinselleştirilmesi çabaları, sorunu çözmediği gibi, laik kesimle muhafazakar kesimin birbirlerine karşı nefret duygularının artmasına neden oluyor.
Oysa asıl neden; değişen maddi değerler ve soruna akılcı yaklaşamamaktır.
Tüketim toplumlarında tek değer-ne pahasına olursa olsun-sahip olmak, kazanmak ve tüketmektir. Her türlü argümanla beslenen böyle anlayışların toplumu yozlaştırması da kaçınılmazdır. Yozlaşmanın nedeni, maddi değerler ve tüketim ilişkileri olduğuna göre, eğitimi sadece dini kurallara göre düzenleyerek toplumsal çözülmeyi durdurmak olanaksızdır.
Tüketim de bir öğrenme(öğretme) sürecidir. Tüketim bilinçsizse ahlaki erozyon artar. Eğitim akıl üzerine kurulursa, bilinçli tüketim ilişkileri ortaya çıkar. Bu nedenle, akıl ve bilimin öne çıktığı bir eğitime gereksinmemiz var.
Geçen hafta, EĞİTİM-SEN’li öğretmenlerin öncülüğünde gerçekleşen eylem; laik, demokratik ve toplumsal eğitim talepleri içermekteydi. Onlar da en özgün anlatımla “BİLİMSEL EĞİTİM İSTİYORUZ” dedi.