İki hafta önce bugün bir grup meslektaşımızla birlikte Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın rehberliğinde kısa bir kent turu yaptık. Konu kent estetiği idi. Başkan Yılmaz, kent estetiği konusunda oldukça dertliydi. Kaçak binalar, yapılmış ama bırakın boyanmasını sıvanmamış duvarlar, yol boyu herkesin gözüne batan ve Başkanın 'bizim kültürümüzde böyle bir şey yok' dediği balkonlara, pencerelere asılmış çamaşırlar!
Ben Sayın Yılmaz'ı; bu manzaranın temmuz ayında Samsun'da düzenlenecek 'Engelliler Olimpiyatı'na' gelecek yabancılar tarafından görüntülenmesi ve ülkelerine servis edilmesi ihtimalinden oldukça rahatsız; ama bu görüntülerin ortadan kaldırılması konusunda da bir o kadar kararlı gördüm. Sonuç ne olacak, bu kararlılık nereye kadar gidecek ve nasıl bir sonuç verecek bunu birkaç ay sonra göreceğiz. Benim üzerinde duracağım husus bu sonuçtan ziyade o duvarların arkasındaki Samsun gerçekleri olacak.
Başkan, duvarların önünden yakınırken son derece haklı ama duvarların arkasındaki Samsun gerçeği duvarların önündeki Samsun manzarasından pek de farklı değil, hatta daha vahim ve daha önemli. Bir başka açıdan söylemek gerekirse duvarların ön yüzündeki ihmal, kirlilik ve sefaletin ana sebebi duvarın arkasındaki acı gerçekler. Kabuk mu öz mü tartışmasına girmeyeceğim ama özdeki çürümeyi, eğer bu ifade ağır oldu derseniz, özdeki hastalığı teşhis ve tedavi etmeden kabuğu boyayarak ve dışardan bakanlara o boyalı, cilalı kabuğu göstererek ağacın yaşamasını sağlamak mümkün değil.
Samsun'un dış güzelliği bir gerçek ama gözlerimizin bu güzelliklere kenetlenip derinlerdeki kent gerçeğini görmemesi ya da görmezden gelmesi de akıl karı bir iş değil. Samsun'un sosyal, ekonomik, kültürel göstergeleri alarm veriyor. O duvarların arkasında Türkiye payı her geçen gün biraz daha gerileyen bir Samsun yatıyor. Bunu ben söylemiyorum resmi rakamlar, resmi istatistikler ve yayınlar söylüyor. Samsun büyürken, Samsun güzelleşirken ve Samsun söylemlerde havalara çıkarılırken, ülke genelindeki payı itibariyle birkaç istisna dışında hemen her alanda gerilere düşüyor.
Siz bakmayın beş yılda bir yapılan nüfus sayımlarında birkaç bin arttığımıza; nüfus artış hızımız ülke ortalamasının altında ve Samsun yıllardır 'net göç veren' bir kent. Üstelik de verdiğimiz göçle aldığımız göçü mukayese ettiğimizde karşımıza çıkan tablo çok daha vahim. Bu kentin eğitimli ve genç nüfusunu kaybediyoruz, başka illerin eğitimsizlerini alıyoruz.
İl bazında ülke payımız gerilerde ama sıra fert başına paya gelince; daha da gerilere düşüyoruz. Ülke genelindeki hiçbir sıralamamız bu coğrafyanın ve bu nüfus büyüklüğünün potansiyeline uygun değil. Nüfus itibariyle Türkiye'nin 16'ncı şehri unvanını taşıyan Samsun iş gayrisafi milli hasıladan kişi başına alınan paya geldiğinde; 38'incilikle yetinmek zorunda kalıyor.
Samsun'un kamu yatırımlarında aldığı pay da 2008-2009-2010 yıllarındaki muhteşem sıçraması bir kenara bırakılırsa; sürekli azalan bir seyir takip ediyor. Samsun'un 2002'de %0.84 olan ve 2009'da %2.14'e fırlayan kamu yatırımlarından aldığı pay 2015'te %0.86'ye gerileyerek neredeyse 2002 seviyesine inmiştir.
Bu gerileme sağlık, eğitimdeki okullaşma ve son beş altı yıldır olduğu yere çakılıp kalan, zaman zaman da geriye düşen ihracattaki artışın dışında hemen her olumlu alanda kendini göstermektedir. Onları da gerekirse en küçük detayına kadar rakamlarla verebilirim. Ama bir başka nokta var, payımızın hızla yukarılara çıktığı bir başka nokta var ki sevinmek mi yoksa üzülmek mi lazım, cevabını erbabına bırakarak söyleyeceğim o noktayı, o alanı: Takipte alacaklar, karşılıksız çekler, protestolu ve ödenmeyen senetler hem rakam hem de yüzde olarak bizi hızla yukarılara ilk yüzde 10-15 aralığına taşıyor.
Tamam, duvarların önyüzü de bizim ve de önemli, temizleyelim, güzelleştirelim, bu kente yakışır hale getirelim. Ama o duvarların arkasındaki kent gerçeğini de görelim ve duvarların önünün davarların arkasındaki eğitim ve üretimle doğrudan ilişkili olduğunu hiç ama hiç unutmayalım.