O şoför değil asıl sorun, o şoförün tüm edepsizliklerini inkar eden, gizlemeye çalışan o müdür de değil, halkın oylarıyla seçilen belediye başkanının tavrı. Gaziye yapılan saygısızlığı örtbas etmeye kalkışan insan, malum bir partinin eş başkanlarından biri olsa mazur görülebilirdi belki, ama o başkan bu ülkenin başkentinin belediye başkanı ise hiçbir şekilde mazur görülemez.
O şehitlerin kanı ve gazilerin himmetiyle toprak vatan, bez bayrak olur. Şehidine kelle, gazisine şerefsiz diyen toplumların akıbeti ise berbat olur.
Geçmişte de yaşanmış olsa gerek böylesine saygısızlıklar ki, Nihal Atsız zehir zemberek bir şiir yazmış. “Topal Asker” isimli o şiiri bugün yeniden hatırlamış ve yayınlamak zorunda kalmış olduğum için üzgünüm ama çarem yok.
“Topal Asker- Ey saçları “alagarson” kesik hanım kız!/ Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!/ Bacağımla alay etme pek topal diye./ Bir sorsana o topallık nerden hediye ?
Sen Şişli’de dansederken her gece, gündüz/ Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz/ Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;/ Siz salonda dansederken bizler savaştık.
Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,/ Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!/ Olan işler dimağını azıcık yorsun!/ Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;
Biliyorum baldırını o kadar nazla/ Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla/ Benim bütün elbisemden… Hatta kendimden…/ Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben
Neyim? Bir hiç… işe güce yaramaz, topal…/ Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al:/ Çünkü orada düşmanlarla boğuşurken biz/ Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!
Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,/ Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!/ Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün/ Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.
Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur/ Dolaşırken… Biz de tipi, fırtına, yağmur,/ Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık;/ Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık.
Sen açılmış bir bahardın, biz kara kıştık;/ Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık…/ Gülme bana bakıp pek arsız arsız/ Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!
Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;/ Bugün hesap göreceğiz artık seninle:/ Ben cephede geberirken, geride vatan/ Aşkı ile bin belalı işe can atan
Anam, babam, karım, kızım eziliyorken/ Dağlar kadar yük altında… Gel, cevap ver, sen/ Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız?/ Köpek gibi oynaştınız, fuhuşa taptınız!
Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda/ Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda… /Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu:/ Sizin için harbederken yedim kurşunu.
Onun için topal kaldı böyle bacağım,/ Onun için tütmez oldu artık ocağım./ Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda/ Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,/ Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,/ Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız/ Size şarap oldu sanki… Şehit canımız”
Bu şiirin iki kıtası daha var ama yazmayacağım. Onun yerine bir başka şairin, Faruk Nafiz Çamlıbel’in bir başka gaziye seslenen “Kolsuz Asker” şiirini alacağım:
“Kolsuz Asker- Sağ kolu kesilmiş omuz başından,/ Dev adımlarıyla bir yolcu gitti:/ Solunda bir kılıç gibi sallanan/ Tek kolu anlattı, bu bir yiğitti.
Bir dağdı, gölgesi kararttı yolu,/ Ardınca yürürken içim yaş dolu/ Canlandı gözümde kesilmiş kolu/ Sınırda düşmanı göğsünden itti.”
Selam ve saygı sınırda düşmanı göğsünden itenlere, selam zafer ordularının tüm askerlerine… İster kolsuz olsunlar ister topal. Onlar olmasa biz de olmazdık, onlara “şerefsiz” diyen saygısızlar da olmazdı.