Çocukluğumda, senenin sekiz ayında tatil günleri hariç arkadaşlarımla birlikte ve hançerelerimizin tüm gücüyle nasıl da hevesle ve heyecanla söylerdik o andı: 'Türk'üm, doğruyum çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.'
Doğruluk ve çalışkanlık, büyükleri saymak, küçükleri sevmek, yurdu, milleti özünden çok sevmek, yükselmek, ileri gitmek ve fani bir varlığı çok daha büyük ve ebedi olan bir başka varlığa adamak! Ne muhteşem bir ifadeydi ve ne büyük ve ne kutsal bir hedefti.
Sonra ne oldu, nasıl oldu bilinmez, günün birinde birileri istedi, birileri kaldırdı. Çocuklarımız ant içmez oldu. Nesi yanlıştı o andın, neresi kimi rahatsız etmişti? Biraz kaba olacak ama hangi söz kime batmıştı? Yoksa Türk kelimesi mi? Sanmam, aklımın, aklımızın ucuna gelmesi bile dehşete düşürür beni. Türk vatanında bir ferdin varlığını Türk varlığına armağan etmesinden hangi Türk niye rahatsız olur ki?
Onu anlamadığım gibi Danıştay'ın o idari işlemi iptal kararına bazılarınca gösterilen tepkiyi de anlamadım. Hele de Milli Eğitim Bakanlığının acelesini. ABD'li papazı bırakan mahkeme de ilk derece (bidayet) mahkemesiydi bu kararı veren mahkeme de. Birine gösterdiğimiz takdiri öbüründen niye esirgeriz ki?
Bu vatan Türk vatandır, bu devlet Türk devletidir, bu bayrak Türk bayrağıdır ve bu millet Türk milletidir. Bu ad adların en güzelidir ve onun andı gerçekten güzel bir anttır. Çocuklarımıza doğruluk, çalışkanlık, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, yükselmek ve ileri gitmek gibi duygu ve erdemleri okul sıralarında vermezsek çok geç kalırız. Bu ant o erdemlerin ifadesidir. Korkmak niye?