31 Mart'ta yapılacak yerel seçimler hakkında tahmin yürütmeden önce başlıktaki soruya dürüstçe cevap vermemiz gerekmektedir. Eğer bu soruya 'evet, var' diyorsak o zaman adayların kimliği ve kişiliği üzerinden seçim sonuçlarını değerlendirebiliriz. Ama sorunun cevabı 'hayır, yok' olacaksa adayın kimliği ve kişiliği üzerinden seçim tahminine kalkmak abesle iştigalden öteye gitmeyecektir.
'Davaya sadakatin' yerini 'lidere' ya da daha doğru ifade ile 'genel başkana sadakate' bıraktığı günden beri 'parti içi demokrasiden' bahsetmek insanın kendisini ve karşısındaki aldatmak gibi beyhude bir işe soyunmasından başka anlam taşımamaktadır.
Seksen darbesinin demokrasimize vurduğu en büyük darbe 'seçici ve belirleyici' iradeyi yereldeki yaygın tabandan alıp Ankara'daki genel merkezlerin dar salonlarına hatta genel başkanların iki dudaklarının arasına hapsetmesidir. Artık yerel yöneticilerin de milletvekillerinin de kaderi genel merkezdeki dar bir kadro ve çoğu kez de doğrudan genel başkan tarafından belirlenmektedir.
Bu yöntem sadece yerel yöneticileri ile milletvekillerinin belirlenmesinde/atanmasında değil aynı zamanda parti teşkilatlarının oluşmasında da geçerlidir. Genel başkan il başkanını, il başkanı ilçe başkanını atamakta sonra da onların yazdığı delegeler sırasıyla kendilerini yazanları seçmekte. Bu makara önce merkezden taşraya, sonra da taşradan genel merkeze doğru sarılmakta, atananlar atayanları seçmekte ve bu saltanat 'al takke ver takke' sürüp gitmekte.
Böyle bir yapıda hiç kimsenin adayı beğenmedim diyerek genel merkeze tavır alması ve partisine oy atmaması düşünülemez. Beğenmemek, homurdanmak herkesin hakkıdır, doğaldır ama bu homurtuların Ankara'ya kadar gitmesini, oradaki kulaklara çarpmasını ve sonuç alarak dönmesini beklemek başkadır. Birincisi hakkın kabulü ikincisi ise tam bir hayalciliktir.
Yarın genel başkanlar/liderler sahaya indiğinde herkes saflardaki yerini alacaktır. Genel merkezler de bunu bilmekte, te3pkilere kayıtsız kalmakta, işlerine güçlerine bakmakta.