Zeytindağı harika bir kitaptır. Gençlik yıllarımda 'okunmayacaklar listesine' aldığım Falih Rıfkı Atay'ın muhteşem Türkçesinin doyulmaz lezzetiyle yakın tarihimizin bir cephesini o kadar mükemmel anlatır ki. Benim yine o gençlik yıllarında aynı kara listeye aldığım ve çok sonraları müthiş pişman olduğum bir başka üslup devi de Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. 'Beş Şehir' benim gözümde Türkçenin bir diğer başyapıtıdır ve ben bugün yerinde yeller esen o beş şehrin hayaliyle mestim.
Falih Rıfkı Atay başlıktaki sorunun cevabını Zeytindağı'nda 'Şarkta yalan ayıp değil' diyerek verir. Şark deyince ucu bir yerde bize de dokunuyor; hem coğrafya hem de tarih olarak Şark'ın bir parçasıyız. O Şark ki bir bölümüyle kitabi dinlerin öbür bölümleriyle de beşeri dinlerin vatanıdır ve o Şark' ki, bu yönüyle de, yalana en fazla kapalı olması gereken bir coğrafyadır ama ne yazık ki Şark'ta yalan ayıp değilse bile oldukça yaygındır.
Yok, hayır, ahalinin yalancılığını kastetmiyorum 'Şark'ta yalan yaygındır' derken, kastım okuryazarın, kastım aydının ya da aydın diye tanımlananın ve hele de tarihi ve kutsal değerleri kendi fikri, ideolojik ve siyasal çıkarlarının aleti olarak gören ve çekinmeden çarpıtanın yalancılığıdır.
Gerçek dışı bir bilgiyi ahaliden, avamdan birisi doğru diye aktarıyorsa onun ki yanlıştır ama havastan birisi, okuryazar ve hele de şöyle veya böyle unvan sahibi birisi aynı işi yapıyorsa onunki artık yanlış değil yalandır. Birincisininki bilgi noksanlığıdır ayıplanmaz ama ikincisininki ahlak noksanlığıdır ayıplanır.
Bazıları bildiği gerçeği çarpıtır bazıları da saklar, ikisi de aynı kapıya çıkar. Birisi 'Ulu Hakan hiç toprak kaybetmedi' der. Öbürü de vatandaşının epey gecikmiş bir alacağı ödemedi diye Fransız donanmasının o tarihlerde bizim olan Midilli Adası'nı kuşattığını, gümrük idaresine el koyduğunu ve sonunda hem paraları faiziyle birlikte tahsil ettiğini hem de ilave hangi tavizleri aldığını bilir ama yazmaz, yazamaz ya da konuşmaz, konuşamaz. Farkları ne ola ki?
Sahi Osmanlı Bankası baskınını bilen ve yazan kaç kişi var ki? Hani o Ermeni ayaklanmalarının zirve yaptığı 1890'lı yıllardaki meşhur Osmanlı Bankası baskını. Ermeni komitacılarının hangi konsolosların araya girmesiyle hangi ülkenin gemisine bindirilip yurt dışına nasıl çıkarıldıklarını yazmamak tarihi gerçeklerin gizlenmesi ve dolayısıyla saptırılması değil midir? Bunu yazmak milli gururumuzu yaralar ama yazmamak hangi yarayı sarar ki?
Mesela 'Sevr onaylanmadı' demek ne kadar doğru ise 'Sevr imzalanmadı' demek de o kadar yanlıştır. Ahaliden biri söylerse yanlış havastan birisi söylerse yalandır. Sevr imzalanmış ama onaylanmamış bir andlaşmadır. Onaylanmamış olması imzalandığı ve andlaşma olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz sadece yürürlüğe girmesini engeller.
Sevr onaylanmamıştır, çünkü onay makamı ortada yoktur; İstanbul'daki Meclis Sevr'in imzalanmasından epey önce İngilizler tarafından dağıtılmıştır. Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması da zaten söz konusu değildir. O Meclis o tür ölüm fermanlarını yırtmak için toplanmıştı. Bu arada İngilizlerin tüm ısrarlarına rağmen Padişah Vahdettin'in de andlaşmayı onaylamadığını belirtmek de gerekir.
Uzundur bu yalanlar ve yanlışlar ama birini daha yazıp kapayacağım bu faslı şimdilik, en azından bugünlük. Vahdettin'in sürüldüğü de yalandır; Vahdettin sürülmemiştir firar etmiştir. Hem de halifelik sıfatı üzerinde olarak ve düşmana sığınan ilk ve son Osmanlı padişahı ve İslam halifesi olarak. Yurt dışına da öyle parasız pulsuz gitmemiştir, ömrünün sonuna doğru çektiği sıkıntılar ve elbet hiç dinmeyen, dinmeyecek olan manevi acılar hariç bayağı da rahat bir hayat sürmüştür. O kumarbaz ve alkol müptelası kayınbiraderi Zeki paraları kumarda