Yeni değil, 3 Kasım 2002'den beri seçim tahmini yapmıyorum. İki kere çok kötü yanıldım sevgili milletimin siyasi tercihleri konusunda. İlki Bedrettin Dalan'ın Nurettin Sözen'e yenildiği İstanbul belediye başkanlığı seçimiydi. İkincisi de Cem Uzan'ın Türk siyasetini altüst ettiği o meşhur genel seçimlerdi.
Bedrettin Dalan yarışa yüzde yetmiş dörtlük ezici bir farkla başladı. Arkasında başarılı bir başkanlık dönemi ve iktidar var. Kaybetmesi imkansız gözüküyordu. Bir akşam eve geldiğimde Zühal 'Osman, seçimi Nurettin abi kazanacak' dedi. Nurettin Sözen hemşerimiz, öğrenciliğimden tanışırım, ailece tanırız ve ağabey deriz. Ters ters baktım Zühal'e 'saçmalama' dedim 'Nurettin Ağabey nasıl kazanacak seçimi?' Zühal geri adım atmıyor, hem de yemin billah ediyor, zira nereye gitse bütün kadınlar Nurettin abiden bahsediyormuş.
Ben seçim tahmini konusunda boyumun ölçüsünü ilk defa o seçimde aldım. Yüzde yetmiş dörtle başlayan Bedrettin Dalan yüze otuz altı ile seçimi kaybetti. Ben kadının siyasetteki etkisini ve önemini o seçimde anladım.
İkinci dersimi de 3 Kasım 2002'de aldım. Yine bir akşam yine Zühal ve yine kadınlardan kaynaklanan bir akıl almaz tahmin. 'Bu adam çok oy alacak Osman' dedi Zühal ve ben bu sefer çok ağır patladım 'Bu millet bu adama yüze sıfır nokta beş oy vermez' dedim üst perdeden. 'O adam' dediğimiz Cem Uzan yüze yedi buçuk oy aldı ve Türk siyasetinin kaderini değiştirdi.
Onun içindir ki ben artık hiç tahmin yapmıyorum, 'kim kazanır kim kaybeder' diye soranlara da 'ben bilmem' diye cevap veriyorum. Bu cevap bir hınzır horozun içinden çıkılmaz bir soruya verdiği hergele cevabı hatırlatsa da ben gerçekten bilmiyorum. Artık çağı okuyamıyorum. Ya çağımızın insanları çok ileriye gitti ya da ben ve benim gibiler çok gerilerde kaldık.
Bize, bizim neslimize idealler ikballerden çok daha üstündür ve çok daha önde gelir diye öğretmişlerdi. İlkeler ilişkileri belirlerdi, ilişkiler ilkeleri saptırmazdı. İnsanlar ilkelerine göre tavır belirler, ilişki kurarlardı, ilişkilerine hele de çıkar ilişkilerine göre tavır değiştirmezlerdi.
O günlerde sadece bizim değil karşımızdaki insanların büyük bir kısmı da makamın değil vatanın derdindeydi. O insanların binlercesi inandıkları davanın yolunda vatan toprağının kara bağrında yatıyor. Binlercesi cezaevlerinde geçirdi hayatlarının en güzel günlerini, sağlıklarını bıraktılar demir parmaklıkların ardında. Adını bilmedikleri nice hastalığın mikroplarıyla çıktılar dışarıya ve kalan ömürlerini hastalıklı ama onurlu yaşadılar.
Ölenler hiç olmazsa kutsallarının kıçı kırık bir makam uğruna istismarına şahit olmadılar. Yaşayanlar ne yazık ki ahir ömürlerini bu utanca şahit olmanın acısıyla geçiriyorlar.