Önce biri 'cumhur ittifakı' diğeri de 'millet ittifakı' adı altında iki ittifak kuruldu. Sonra da Türkiye ittifaka mensup partiler arasında paylaşıldı. Kimin nerede aday çıkartacağına kimin nerede aday çıkartmayacağına genel başkanlar arasında karar verildi.
İller bazında yapılan paylaşımlardan sonra sıra ikinci etaba yani ilçelerin paylaşımına geldi. Artık pazarlık masasında partilerin genel merkez temsilcileri yok, il başkanları ve il yöneticileri var. Onlar ilçeleri paylaşma müzakeresindeler. Bir pazarlık ki sormayın; gönüllerindekiyle dillerindeki çok farklı. 'İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü kara' atasözü sanki bu günler için söylenmiş. Biri istediğinden azına razı diğeri söylediğinden biraz fazlasına fit…
Diyeceksiniz ki 'partililer nerede, vatandaş nerede?' Onlar evinde, onlar beklemede. Bu safhada onlara ne soran danışan ne de onların 'ben neredeyim?' diye sorduğu var. Onlar pazarlıkların bitmesini bekliyor, onlar 'üstün' ve 'en üstün' iradelerin nihai tecellisine muntazırlar.
Bu pazarlık da öyle veya böyle bitecek ve sıra seçimin üçüncü etabına gelecek. Yani 31 Mart 2019'a. Yani seçmenin oy kullanacağı güne. Ve ülkenin bin civarında belediyesini beş yıl müddetle yönetecek kadronun/kadroların açıklanacağı güne. Onlar, isçisi, işsizi, memuru, esnafı, ,işvereni, kentlisi köylüsü velhasıl milletin büyük çoğunluğu o gün seçime son noktayı koyacaklar.
Bu üç aşamalı seçim benim aklıma Osmanlıda başlayan ve 1946'ya kadar devam eden seçimleri düşürdü. Bütün o dönemde iki seçmen sınıfı vardı: Birisi 'müntehib-i asli' denilen milletin kendisi, diğeri de asıl belirleyici oyu kullanan 'müntehib-i sani' diye ifade edilen ikinci seçmenler. Birinciler oylarını doğrudan vekil ya da belediye başkanı ve meclis üyeleri için kullanamazlar, onlar adına oy kullanacak olan ikincileri seçerlerdi. Bazen de seçmezlerdi, seçti sayılırlardı.
Bu sistem çok partili, demokrasi hayatımızın ilk seçimi olan 1946'da kaldırılmıştı. Tarihin tekerrürü dedikleri ne ola ki?