Bir yıldan az kaldı yetmişe adım atmama. Yani artık bir kenara çekilip yan gelip yatmama. Ya da bir başka ifadeyle 'her yanlışa her yalana ve her namussuzluğa sırtımı dönüp gitmeme.' 'Sana mı kalmış be adam, aldırma' dememe.
Yetmişe adım atmama da gerek yok onca aptallığa, ahlaksızlığa, cehalete ve ihanete aldırmayıp basıp gitmem için. Yıllardır duyarım bu sözü yakın uzak çevremden ya da her çevreden. 'Sana ne be adam?' Gerçekten bana ne? Dünya yansa bir tek odunum yok içinde yanacak. Dünya batsa bir santimetrekare yerim yok dünyayla birlikte batacak.
Elalem yangına körükle giderken sana mı kaldı be adam yangın söndürmeye soyunmak? Sen kendi yürek yangınını söndürebildin mi ki? Kendi derdine derman olamayan sen, ülkenin derdine derman olmak gibi boyundan büyük işe nasıl soyunursun?
Karınca var ya, hani şu, boyuna bakmadan hacca gitmeye kalkan. Ve hani 'sen bu halinle mi hacca gideceksin?' diye sorup da onunla eğlenenlere 'Gidemesem de yolunda da ölemez miyim?' diyen karınca. Tam da o misal bir cevap vermek tek tesellidir bu çıkılan yoldaki yalnızlığa. Ve de, belki de, onlara uyup, geri dönmektir daha tepenin eteğinden.
Dönmek, tamam dönelim de şu soruya ne diyelim, nasıl cevap verelim: 'Ölümden kaçmak mümkün mü? 'Her nefis ölümü tatmayacak mı?' İyi, has da; dönelim de, ileri koşarken ölmekle geri dönerken ölmek arasındaki farkı ne yapalım? Kahraman olmaktan vazgeçtik, o çok yüce bir kavram, çok zor erişilir bir makam; görevin bittiği yerde başlayıp her şeyin feda edildiği bir uğraşın sonunda verilen ödül. Ondan vazgeçtik, biliyoruz ulaşılmaz, en azından zamanımızda öylesine kolay ulaşılmaz ama hiç olmazsa öbürünü, yani şu 'korkak' ve de 'dönek', hadi bir adım ilerisini de söyleyelim 'hain' damgasını yapıştırmalarına izin vermesek yol arkadaşlarının ve aziz milletin. Gerçi biraz sıkıntılı hatta yüksek maliyetli ama imkansız da değil adam olan için.
Bir de ah şu Mehmet Akif Ersoy olmasa ya da en azından onu okumamış olsaydık, onun sadece İstiklal Marşı'yla değil aynı zaman da Safahat'ıyla büyümemiş olsaydık. Gerçi şimdilerde artık pek hatırlamak istemeseler de bizimle birlikte birçok dostumuz da bir zamanlar çok sık okurdu Akif'in dizelerini. Hele de seçim olduğunda. Hele de adalete vurgu yapmak gerektiğinde; 'Kenarı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu/Gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer'den onu' dizelerini.
Safahat, başucu kitabım. Şu dizeler de o kitaptan: 'Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!/ Adam aldırma da geç git! , diyemem aldırırım.'
Bir adam okumuşsa Akif'i; söyler misin dost, nasıl olur da 'adam aldırma da geç git' diyebilir? Ben nasıl derim, sen nasıl dersin, biz nasıl deriz, siz nasıl dersiniz? Aldıracağız, ben, sen, o, biz, siz, hepimiz, aldıracağız sevgili dost, aldıracağız. Hani Alemlerin Rahmeti Peygamberimiz 'Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır' dememiş miydi? Hadi gel de 'aldırma aldırmayabilirsen, hadi, geç de git gidebilirsen ve hadi sus susabilirsen. Sen ister sus, ister susma sevgili kardeşim, ben susmayacağım; susamayacağım. Yansam da susamayacağım. Yanmak, dilsiz şeytan olmaktan evladır.