Dört gündür İstanbul'dayım, gençlik yıllarımın anılarıyla baş başayım. Gençlik yıllarımın tükenmez heyecanları, sınır kabul etmez hayalleri, top vursa yıkılmaz, bırakın yıkılmayı zerrece sarsılmaz inanç ve idealleri, sevdaları, kavgaları ve dostluklarının yatağı İstanbul.
Neleri kazandım ben o kentte ve neleri bıraktım? Sevinçlere hangi hüzünler eşlik etti? Ne uzun bir liste olur çıkartmaya kalksam. Belki yazarım bir gün, aslında yazmam da gerek ve oldukça da niyetliyim yazmaya, ah o tembellik olmasa. Ama yazacağım, yazmalıyım, yaşanmışlıklardan övünç payları değil beni yazmaya zorlayan, elbet o da benim ve neslimin hakkı ama asıl amaç çıkartılacak dersler. Bizim doğrularımızdan da yanlışlarımızdan da bizden sonrakilerin alacağı, alması gerektiğini düşündüğüm dersler var.
Bu kentte tanıdım ben hayatımın en büyük şansı ve gururu Hüseyin Nihal Atsız Bey'i. Ve bu kentte düştüm ardına bir kutlu davanın kavgasında Alparslan Türkeş'in. Ne sarsılmaz bir inançtı o, ne kutlu bir kavgaydı 'çağlar üstü bir sıçrayışla Türk Milleti'ni medeniyetler aleminin en önüne geçirme' kavgası. Muzaffer Özdağ Ağabey ne güzel ve ne doğru söylemişti 'Türkiye aç hürler tok esirler ülkesi olmayacak' derken ve o ne güzel slogandı: 'Her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından…'
Ben o kentte tanıdım şimdilerde bizi bu yalan dünyada yalnız bırakıp Hak dünyaya göçen ağabeyleri ve yiğit dostları. Özkan İbar, Ufuk Şehri, Niyazi Adıgüzel, Abdurrahman Çelik, Dursun Ali Çemberci ve öteki ağabeyler. Komando Mustafalar, Necdet Sevinçler, Yılmaz Eroğulları, Koca Yusuf Servet Mahiroğulları, Yusuf İmamoğulları ve daha onlarca yüzlerce can dostları, kan değil ama yol arkadaşları, yol kardeşleri…
Sadece İstanbul'un lider öğrencileri değildir o yıllarda bu kentte tanıdığım insanlar. Ankara'nın efsane ismi merhum Kürşat Özkan'ı da, Dil Tarih'in Deli Sezgin'i Sezgin Akyazı'yı da, Ergün Yıldırım'ı da ben İstanbul'da tanıdım. İstanbul onları ve onlar gibi yiğit, onlar gibi erdemli yüzlerce can dostunu tanımanın mutluluğunu yaşattığı gibi onları kaybetmenin acısını da tattırdı bana aynı zamanda. Sevmekle nefret etmek arasında beni çaresiz bırakan şehir; onları unutmamak ve acılarını her an hissetmek bile büyük gurur benim için, o nedenle seviyorum o şehri tüm acısına rağmen. Dostlukların hatırı ve bir davaya inanmışlığın gururu hangi acıları değmez ki?
Seviyorum o şehri ama ben artık Samsun'a yaşıyorum ve bu şehri de çok seviyorum. Sanırım bu şehirde kapayacağım gözlerimi hayata ve bu şehrin toprağında yatacağım ebedi uykuma. Samsun, inanmışlığımın ve o yoldaki kavgamın ikinci durağı, ikinci gurur beldem. Burada da inandığım bir yolda bana inanan ve benim de onlara inandığım ve hiç aldanmadığım, hiç pişmanlık duymadığım yüzlerce yol arkadaşımla birlikte verdim bir kutlu davanın kavgasını.
Sadece beraber yol yürüdüklerim değil zaman zaman yollarımızın karşılaştığı ve hatta çatıştığı insanlarla da dost olduk daha sonra. Temel düşüncenin bireysel çıkarlar değil de toplumsal idealler olduğu her yerde yolların bir gün bir noktada kesişmesi kadar doğal ne olabilir ki? Vuruşarak tükenmek mi yoksa anlaşarak ve kucaklaşarak çoğalmak mı sorusunun tek yanıtı vardır o da ikinci şıktır.
Ne mutlu bana ki ben bu kentte gururla yaşadım ve yaşıyorum. Sevdiğim dostlarım, arkadaşlarım, bu kenttin gerçekten değerli insanları bana bu mutluluğu ve bu gururu sizler tattırdınız. Bu kenti sadece taşıyla toprağıyla, ağacının yeşili denizinin mavisiyle değil insanıyla, o insanların ortak değerleriyle seviyorum. Ben bu kenti sizlerle seviyorum. Bu vatanı altındaki şehitleri, üstündeki insanıyla seviyorum. Ben Türk'ü seviyorum. Bu sevgi, bu sevda ne güzel sevgi, ne güzel sevda…