n Severim Osmanlıyı, hem de günün modası gereği ve sonradan olma değil kendimi bildiğimden beri ve yürekten severim. Feridun Fazıl Tülbentçi’nin “Osmanoğulları” romanını okuduğumda; ilkokul beşinci sınıfta, “İstanbul’un Fethi” filmini izlediğimde ise ilkokul üçüncü sınıftaydım. “Osmanlıyız pek şanlıyız/ Can verir şan alırız” dizeleri ta o yıllardan beynime nakşedilmiştir.
n n
n n Osmanlıyı övmenin moda olduğu ve bir yığın cahil cühelanın “Yeni Osmanlılığa” ya da amiyane tabirle “çakma Osmanlılığa” soyunduğu şu günlerde sorulması gereken ilk ve en temel soru; “Hangi Osmanlı” sorusudur. Zira iki Osmanlı vardır ikisi de benim olan, ama biri müthiş bir gurur, diğeri müthiş bir hüzün veren iki Osmanlı. Biri Sakarya boylarından yola çıkıp iki buçuk asırda Viyana kapılarına dayanan, diğeri de ecdadının “vura vura, döve döve” iki buçuk asırda gittiği yoldan “vurula vurula, dövüle dövüle” üç buçuk asırda geri dönen ve yeniden Sakarya boylarına sığınan Osmanlı.
n n
n n Biz Viyana önlerine ta Türkistan’dan getirdiğimiz, İslamla pekiştirdiğimiz ve taçlandırdığımız “aleme nizam vermek” ülküsüyle ve o ülkünün gereğini yerine getirerek gittik. Türkistan’dan Anadolu’ya seller gibi akan Türkmenleri Balkanlar a geçirerek gittik. Osmanlı’nın “Evlad-ı Fatihan” dediği beş milyon Türkün kemikleri vardır Balkan topraklarının altında, kanları o toprakları sulamıştır altı asır boyunca. İlerlerken de Türkün kanı akmıştır o topraklara gerilerken de Türkün kanı sulamıştır o toprakları.
n n
n n Biz o topraklara kimsenin davetiyle ve izniyle gitmediğimiz gibi o topraklardan kendi isteğimizle çıkmadık. Asırlarca hakimiyetimiz altında doğru dürüst vergi vermeden, askere gitmeden el bebek gül bebek yaşayan, semiren, zenginleşen ve güçlenen gayrı Müslim tebaamızın isyanı ve darbeleriyle çekildik daha doğrusu kovulduk. “Şu Bizim Rumeli” diye sahiplendiğimiz, vatan bellediğimiz topraklardan -bileğimiz kuvvetli kılıcımız keskinken sesini çıkarmayan- tebaamızın hançeriyle sırtımızdan vurularak çıkarıldık. Önce gayrımüslim tebaamız ayaklandı ayrıldı; ardında da Müslüman unsurlar koptu bizden yahut da kovdu bizi o coğrafyadan.
n n
n n O coğrafyada artık başka sevdalar kök salmış, başka rüyalar görülüyor ve bize yabancı ve hatta düşman başka güçlerin planları, projeleri kabul görüyor. O coğrafyaya cafcaflı laflarla, ayağı yere basmayan hayal projelerle ve bir günü ertesi gününe uymayan politikalarla gidilmez. Hele de bir başkasının kayığına binerek ve onların gösterdiği istikamette kürek çekerek hiç gidilmez. O kayığın rotası bellidir; Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan’dır.
n n
n n O coğrafyaya gitmenin bir tek yolu vardır: Giden Osmanlı kadar Türk, giden Osmanlı kadar güçlü olmak…
n n
n