Darbelere karşı çıkmak başka bir şeydir darbecinin arkasından konuşmak
ve hele de ölüsünün ardında halay çekmek çok daha başka bir şeydir.
Birisi yürek ister, zordur ama yapıldığı taktirde onurlu bir duruştur.
Ne yazık ki Türk siyaset tarihinde darbecilere karşı koyuşa pek
rastlanmaz. Sivil toplumun ve demokratik kuruluşlarımızın bu konudaki
sicilleri hiç de parlak değildir.
Darbenin etkisi geçip yönetim sivillere devredildikten sonra
darbecinin arkasından konuşmak ne yürek ister ne de risk taşır. Ucuz
kahramanlıktır. Bir ölünün arkasından halay çekmek ise ucuz
kahramanlıktan da öte bir şeydir, bir insanlık ayıbıdır. Darbe sonrası
hukuksuzluklara evladını, kardeşini, kocasını, herhangi bir yakınını
kurban vermiş ya da hayatının baharında yıllarını cezaevinde geçirmeye
mahkum olmuş bir insanın isyanını, protestosunu anlarım, saygıyla
karşılarım ama o yılları yaşamamış, o acıları tatmamış birilerinin
halayını asla anlayamam.
Darbeyi lanetleyelim, darbeci askerleri tarih mahkemesinde mahkum
edelim. Edelim de, o darbe ortamını oluşturan sivil kurumları,
siyaseti ve basını ne yapacağız? Asıl cevap vermemiz gereken sual bu
olsa gerek. 26 Mayıs ı irdelemeden 27 Mayıs ı, 11 Mart ı görmezden
gelerek 12 Martı ve 10-11 Eylülleri ıskalayarak 12 Eylül ü doğru
anlamak mümkün olabilir mi?
Bütün darbeler sıkıyönetim içinde yapılmıştır. Askerler darbe yapmadan
önce siviller sıkıyönetim ilan etmişlerdir. Bir başka ifade ile ben
ülkeyi yönetemiyorum, asayişi sağlayamıyorum, gel benim sağlayamadığım
asayişi sen sağla diye orduyu göreve çağırmışlardır. Bu 27 Mayıs ta
da 12 Mart ta da, 12 Eylül de de böyle olmuştur. Sıkıyönetim ilanı
sivillerin kendi yetersizliklerini itiraftan başka bir şey değildir.
Bir de şu Kenan Evren in cumhurbaşkanlığının ve dört kuvvet
komutanının uzun süreli saltanatlarının ve hukuk karşısındaki
dokunulmazlıklarının içine yerleştirildiği 82 Anayasası na verilen
yüzde doksan ikilik kabul oyu vardır. Bu oyu Türk Milleti olarak biz
verdik, başkası vermedi. Dünyanın hiç bir yerinde hiç bir darbe
böylesine yüksek bir desteğe sahip olmamıştır. Ya da daha doğrusu
dünyada hiç bir millet darbecilere bu kadar onay vermemiştir. Bu
korkudan kaynaklanan bir teslimiyet mi yoksa 12 Eylül öncesine
isyandan beslenen şükran mıydı? Hangisiydi? Kenan Evren i lanetlerken
halkımızın demokrasiye olan ilgisini ya da darbeler karşısındaki
ilgisizliğini, daha acısı ve daha da gerçeği darbecileri karşılamak ve
alkışlamaktaki gayretkeşliğini sorgulamayacak mıyız?
Şimdilerde her biri bir başka yerde demokrasi havariliğine soyunmuş
kalem erbabının 12 Eylül den sonra yazdığı Kenan Evren ve darbe
güzellemeleri arşivlerde duruyor; çıkartıp bakmayacak mıyız?
Cuntacıların sivil kadrosunda yer almak için pazarlıklara oturan,
cuntacılarla sivil kanat arasından kuryelik yapanlar demokrasi
havariliğine soyunduklarında geçmişlerini suratlarına çarpmayacak
mıyız?
Kenan Evren ölmüştür. Artık onun arkasından konuşmanın hiç bir riski
yoktur. Ama bir ölünün arkasından sövüp saymanın kolaycılına
soyunmaktan başka yapacak bir işimiz daha var; o da tarihin
gerçekleriyle yiğitçe ve tarafsızca yüzleşebilmektir. Zor ama gerekli
olan da budur ve ne yazık ki biz bunu başaramayacağız. Hatta bırakın
başarmayı buna soyunmayacağız bile...