Yıl 1920, İstanbul işgal altında. Beş asırlık Osmanlı başkentinin temiz toprakları İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerlerinin kanlı ve kirli postalları altında çiğnenmekte. İstanbul yorgun, İstanbul suskun, İstanbul sessiz ve sahipsiz...
Ses de, söz de, isyan da, umut da Anadolu'dan yükselmekte, yavaş yavaş İstanbul'a yaklaşmakta. Maraş'ta, Urfa'da, Kars'ta, Ardahan'da, Dörtyol'da, İzmir'de, Samsun'da, Balıkesir'de, Trabzon'da, kısacası Anadolu'nun dört bir yanında birbirinden habersiz ve bağımsız yakılan çoban ateşleri ufku aydınlatmakta… Anadolu ayakta, Anadolu kutsal isyanda...
Seçimler yapılmış, Meclis-i Mebusan yeniden açılacak, Anadolu'dan seçilen mebuslar önce Ankara'ya uğruyor, Heyeti-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa ile görüşüyor, sonra da İstanbul'a geçiyor. Gelen mebusların çoğu Anadolu'daki çoban ateşini yakanlar ya da yakanlarla aynı yolun yolcuları.
İstanbul'da da biliniyor bu; bilenlerden birisi, bir kudretli kalem sahibi ve aynı zamanda işgal hükümetlerinin üst düzey bir bürokratı, bir başka ifadeyle bir devletli. Sarılıyor kaleme ve başlıyor döktürmeye:
'Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri! Ağıla mı geldiniz? İttihat sürüsünden yeni çoban başı millet paşası mı sizi seçip ayırdı. Tüylerinizi kabartıp boynuzlarınızı varaklayıp sırtınızı kınalayıp sizi o mu hediye gönderdi? Boynunuzdaki tasmayı da mı o taktı? Kösemeniniz kimdir? Sivas'ın şu karakeçisi mi yoksa karamanın kuzusu mu? Koç niye Ankara'da kaldı? Âdeti uzaktan toslamak mıdır?'
Uzundur bu kepaze metin, onun için tamamını almayacağım, sadece şu tehdit dolu 'Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri, kurban bayramı mı yaklaştı, ecelinize ayağınızla mı geldiniz?' cümlesini aktarmakla yetineceğim.
O 'Sivas kuzuları ve Ankara keçileri' olarak horlanan Millici mebuslar İstanbul'a beraberlerinde Misak-ı Milli denilen bir metin de getirdiler; bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından yazdırılan bir metin. O metni o mebuslar önce gizli oturumda kabul, ardından da açık oturumda dünyaya ilan ettiler.
Meclis-i Mebusan işgal kuvvetleri tarafından basıldı ve dağıtıldı, Milliyetçi liderler tutuklandı ve Malta'ya götürüldü. Kalanlar ve kaçanlar tekrar Anadolu'ya döndüler, savaştılar, kazandılar ve İstanbul'a bir daha hiç gitmemek üzere tekrar geldiler.
O yazarın, o devletlinin ve yol arkadaşlarının kimler olduklarını ve zaferden sonra ne yaptıklarını da yarın yazacağım inşallah.
Bu arada bir de şu 'kösemen' kelimesini açıklamak gerek gençler ve şehirli okuyucular için. Kösemen 'çobana alışkın ve sürünün önünden giderek ona kılavuzluk eden dövüşken koç ya da teke' demektir ve kastedilen kösemen de Mustafa Kemal Paşa'dır.