18 NİSAN1992 ? 18 NİSAN 2021 

PAMUK GEÇİDİNDEN CENNETE KOŞAN ANNESİNİN MAVİ GÖZLÜ PAŞASI - (5) 

              18 Nisan 1992'de 4 eve daha ateş düştü ,4 anne yüreği daha yandı. Duyanlardan çok duymayanlar ,duymazdan ve görmezden gelenler oldu. Şimdi öyle mi  duymayanlarda duysun diye, devlet her türlü iletişim imkanını sonuna kadar kullanıyor. Samsun'da 18 Nisan 1992 günü İlhan Astsubayın babaevinde ağabeyinin akşam saatlerinde izlemek için açtığı televizyonda TRT-1'in   haberleri başlamıştı .Günün en acı terör  haberini spiker okurken, İlhan Astsubayın ağabeyinin yüreği büyük bir acıyla kavruldu .Pusuya düşürülen o özel otomobil kardeşine aitti. Kardeşinin yanındaki astsubayları tanımıyordu. Ama hepsinin o hain pusuda hunharca katledildiği haberi haber ajansları tarafından geçilmişti. Bu nasıl bir şeydi ki ,ilk haberi şehidin ağabeyi Ayhan Hamlı  televizyondan almıştı. Yok muydu devletin şehit  haberlerini şehit  ailelerine ulaştıracak birimi ve görevlileri? Maalesef daha sonra öğrendi ki ,o yıllarda ne Garnizon Komutanlığında, nede Valilik veya Kaymakamlıklarda ya da onlara bağlı başka bir yerde süratle hareket eden böyle şimdiki gibi yetkili bir birim veya müdürlük yoktu. Böyle işler oradaki yetkililerin insiyatifine ve hareket kabiliyetine terk edilmiş gibiydi. Hafta sonu diye yetkililer evinde miydi ki ,kimse kahraman bir askerin Samsun'daki babaevinin kapısını çalıp, bir  baş sağlığı dileyip  ,teselli bile etmediler. Maalesef ki şehidin Samsun'daki babaevinin kapısını çalan hiç bir görevli ne  o ilk gün ,nede cenaze töreninde gelmedi. Bu 4 güzel asker tek bir nedenle şehit edilmişlerdi. Görevli olsunlar ,görevli olmasınlar sivil ya da silahsız olmaları onların Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğu gerçeğini hiç değiştirmiyordu. Tek bu nedenle vahşice şehit edilmişlerdi. Acılı aile yine de," bu devlet nerede" ,demedi. Kimsede o acılı aileye bu devlet nerede dedirtemedi. Biliyorlardı ki devlet  Türkiye'nin en doğusunda 4 vatan evlanın başında bekliyor, olayı soruşturuyorlar ve iz sürüyorlardı. Ailede biricik evlatlarının şehit haberiyle yıkılmış ve çok şaşkındı. Kars'daki birliklerinden net bir haber alınamıyordu ,telefonlara yetkili birisi çıkmıyordu .İlhan Astsubay'ın Samsun'daki ailesinin kendilerine ait  özel otomobili yoktu Samsundan kiralık bir minübüs tutup ,Kars'a gitmeye karar vermişlerdi. Ama Kars  Samsun'a çok yakın mesafede olan bir  şehir değildi. Kim terörün bu şekilde yol kestiği bir dönemde Kars'a giderdi ,hem de hemen birkaç saat içerisinde. Benzer telaşlarında diğer astsubayların memleketlerinde de yaşandığını düşünüyorduk .Mesafe şehit ailelerine uzundu ,kim gelebilir ya da kim gelemezdi. Bunu kimse olayın yaşandığı ilk saatlerde  bilmiyordu. Bu hiç  kolay bir yolculuk değildi .Şehadete koşan kahramanların naaşlarını almaya aileden  birileri Kars'a mutlaka gelecekti. Onlardan biriside İlhan astsubayın ailesiydi. Samsun Tekel Sigara fabrikasına O yıllarda Tekel Sigara Fabrikası henüz özelleştirilmemişti) özel işçi servisi yapan tanıdık  bir Ford transit münübüs ayarlanmıştı. Minübüsün içinde iki şoför ,şehidin ağabeyi, annesi ,babası ,teyzesi, amca oğlu bir de babasının yakın bir arkadaşı vardı. Minübüs Samsundan Kars'a toplam 8 kişiyle hareket etmişti. Yol çok  sakindi yoğun bir trafik yoktu. Samsundan Kars'a  minübüsü yolcu eden yakın akrabalar şehidin Samsun'daki babaevine birer ikişer toplanmışlardı.O yıllarda cep telefonu olmadığı için Kars'a cenaze için gidenlerden  ilk fırsatta yolda denk gelinen sabit bir telefonla Samsun'u arayıp yolculuk hakkında bilgi verilmesini istiyorlardı. 13 Mart 1992  'de Erzincan'da çok büyük bir deprem olmuştu. 19 Nisan Pazar  sabahı Erzincan'a geldiklerinde şehirdeki  yıkımın izleri çok daha yeniydi. Aracı kullanan şoför biraz dinlenmek istemişti. Oysa şehidin anne ve babasının beklemeye gerçekten  hiç tahammülü yoktu. Ama aracı kullanan şoföründe biraz dinlenmesi gerekiyordu ,zaten bir önceki gün çalıştıkları işyerinden vardiyeden çıkmışlardı ve çok  yorgundular. Şoförler dinlenirken İlhan Astsubayın Samsun'da DSİ'de çalışan amcasının oğlu  Erzincan'daki Karayolu kenarında bulunan DSİ yerleşkesinin  giriş kapısındaki görevliden rica edip Samsun'a telefonla bilgi verdi. Şoförlerin molası çok sürmedi tekrar yolculuk başladı. Ama yol bir türlü bitmiyordu .Kars'a  yaklaşırken yollardaki tedirginlikleri de artıyordu. Çünkü yolların ıssız olması nedeniyle güvensiz olduğunu düşünüyorlardı. Herkes can taşıyordu, sonuçta herkesin bir sorumluluğu vardı. PKK terör örgütü mensupları bizimde aracımızın yolunu keserler mi ,bize bir zarar verirler mi endişesi içerisinde yolculuklarına devam ettiler. Ama aile bu saatten sonra hiç kimseden korkmuyordu. Kars'a giriş yapıldığında öğlen vaktini  biraz geçmişti. İlk önce ilhan Astsubayın Kars'daki evine gidildi. Şehitlerin naaşları henüz Kars'a getirilememişti. Iğdır , Kars'a çok uzak bir mesafede değildi ama  cenazeler otopsiden sonra yol güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle gece Iğdır Devlet hastanesi morgunda bekletilmişlerdi. Şehitlerin yakınları birer birer memleketlerinden kilometrelerce yolu geçerek Kars'a gelmişlerdi. Nedense o yıllarda Kars'ın ilçesi olan Iğdır'dan güvenlik gerekçesi ile cenazeler henüz Kars'a getirilememişti. Ortada gerçekten çok acı bir durum vardı. Zamanın Cumhurbaşkanı  merhum Turgut Özal'ın 3-5 çapulcu diye nitelendirdiği PKK'lı teröristler Türkiye'nin yollarındaki güvenlik ayarını bozmuştu. Maalesef o 3-5 çapulcu diye nitelendirilen teröristler o yıllarda Devlet Karayolunu kesip cinayetler işleyebiliyordu. Hem de gündüz vakti .  Yoksa neden getirilememişti şehitlerin naaşları. Bu gün bunları düşününce o yıllarda ki , yaşadığımız acizliğimizi anlamaya çalışıyorum. Terör örgütünü pervasızca azdıran  ona güpe gündüz eylem yaptıran güç neydi? Hiçbir şey olayların yaşanmadığı şehirlerden görüldüğü gibi değildi. Doğu gerçekten çok farklıydı. Ama Ankara buraları başka görüyordu ki, bölücü terör örgütü bu kadar çok palazlanmıştı. Devletin en tepesindeki isim tarafından o yıllarda üç beş çapulcu diye nitelendirilen teröristler bu kadarını nasıl yapıyor diye, kimse sormuyordu .Çünkü çoğu şey Ankara'dan duyulmuyor, duyulsa bile çok dikkate alınmıyordu sanki . Ateşin düşmediği yer maalesef yanmıyordu. Zaten ateş düştüğü yeri yakmıyor mu? Hep ateşin düştüğü yerdeki insanlar yanmıyor mu? 4 ana yüreği,4 ocak yandı.        

                     

              PKK terör örgütünün elindeki silahlar güvenlik kuvvetlerinde bile yoktu. Mikrop yuvası Irak'tan  ve Suriye'den Türkiye'ye giriş yapan Amerikan ve Rus yapımı silahlarla pusu kurup ,karakol basan teröristler adeta Hitler gibi katliam yapıyordu. İtalyan topuk koparan mayınları teröristler tarafından yollara döşeniyordu. Güvenlik kuvvetlerinin bazı olaylar karşısında adeta eli kolu bağlanıyordu. Ankara'dan habersiz helikopter bile kaldırılamıyor operasyonlar zamanında yapılamıyordu. Teröristler kaçarken Ankara'dan emir bekleniyordu. Emir geldiğinde ise atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmiş oluyordu. Almanya terörle mücadelede benden satın aldığınız Leopar  tanklarını  asla kullanamazsınız diyordu. Sanki tanklar Türkiye'ye bedava verilmişti. Aslında Almanya'nın yaptığı bir şekilde bölücü terör örgütünün arkasında durmak ve ona destek vermekti .Bunu Avrupa Birliği ülkelerinin tamamı yapıyordu. Bu nasıl bir akıl tutulması ,bu nasıl bir uluslararası anlaşmaydı ki elimizi kolumuzu bağlayıp PKK terör örgütüne yol açmak istiyorlardı. Emirlere rağmen insiyatif alan bazı gözü kara  cesur komutanlar şehit düşen askerlerinin kanlarını yerde bırakmamak için her türlü imkanı kullanıyordu. Onların sayesinde etkisiz hale getirilen teröristlerin sayısı her gün  artıyordu. Terör örgütü bu gerçeği saklamak için cenazelerini bile kaçırıyordu.       

                                                                                                    (Devamı Yarın)