n

n
n Odamdaki o fotoğrafı, hani şu bağrımızda besleyip büyüttüklerimizin ihanetlerinden bunaldığım, aziz milletimin zaman zaman nükseden vurdumduymazlığından karamsarlığa kapıldığım anlarda baktığım ve inanç tazelediğim Kuva-yı Milliyecilerin fotoğrafını daha önce yazmıştım. Bir haftadan beri odamda bir başka fotoğraf daha var; her bakışımda yeniden canlandığım, her bakışımda bu millete olan inancımı bir kere daha tazelediğim ve geleceğe daha büyük bir güven ve şevkle bakmamı sağlayan bir fotoğraf. Üç gönüllü asker, üç Kuva-yı Milliye çetecisi, biri on iki, ikisi on üç yaşında üç çocuk. Birisinin elinde boyundan büyük bir tüfek, birinde gümüş savatlı bir Çerkez kaması ve birinin elinde bir Lagant tabanca. İkisinin başında Kuva-yı Milliyecilerin astragan kalpağı, birinin başında bizim Karadeniz uşaklarının başlığı.
n
n
n
n O resim bir mizansen değil, o çocuklar muhayyilesi geniş bir yazarın ya da romancının, senaristin sahte ve sanal kahramanları değil, onlar ete kemiğe bürünmüş gerçek kahramanlar. Onların anılarını derleyen, fotoğraflarını çeken, bana ve bize tanıtan ABD’li bir gazeteci, Clarence K. Streıt. Streıt “Türkün ateşle imtihan” edildiği 1921’in ocak-mart aylarında Türkiye’ye gelmiş. İstanbul- Samsun-Çorum üzerinden Ankara’ya gitmiş, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin önde gelenleri ve Türk halkıyla görüşmüş. Tarihe tanıklık eden çok sayıda fotoğraf çekmiş. Anıları “Bilinmeyen Türkler” adı altında derlenmiş ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından yayınlanmış. Üç çocuk çetecinin hikayeleri de, fotoğrafları da orada var. Ne yazık ki kendi hikayemizi yabancılar yazıyor ve ne yazık ki ondan bile yeterince haberimiz olmuyor.
n
n
n
n Üç çeteci çocuktan birinin adı Tevfik, birinin Osman, birinin de Cemal. Cemal on iki yaşında; annesi Balkan Savaşları nda Bulgarlar tarafından öldürülmüş, babası Birinci Dünya Savaşı’nda şehit düşmüş, Cemal, İstanbul’da yetimhaneye verilmiş. İstanbul, itilaf devletlerince işgal edilince o çocuk Cemal, o yetim Cemal önce yetimhaneden sonra da işbirlikçilikle geçinen koca koca adamcıklara nispet İstanbul’dan kaçmış Anadolu’ya geçmiş ve milli çetelere katılmış.
n
n
n
n Yazarın “sessiz, temkinli ve hülyalı bir çocuk” diye tanımladığı Osman Ethem Ağa’nın kuvvetlerinde Yunanlılara karşı savaşmış, bir gözünü çatışmalarda kaybetmiş.
n
n
n
n Streıt Tevfik’i “Çoğu küçük çocuğun ancak hayalini kurabileceği bir savaşçı hayatı sürdürmüş ve tüfek taşımak onun için daha sorunsuz ülkelerdeki çocukların oyuncak tabanca taşıması kadar doğal” diye anlatır, “Kendimi bu küçük şeytanları sevmekten alıkoyamadım” der.
n
n
n
n Biz o çocukları o Amerikalı kadar sevmedik, sevemedik. Tanımadık ki sevelim. Tarihimizi yazanları başkalarından öğrenmek zorunda kalışımız ne acı ve aydınlarımız adına ne utanç verici. Ve de “Milli Mücadele bir büyük yalandır, hiç olmamıştır ve şehitlikler sanaldır, içleri boştur” diyen insanların bağımsızlığımızın kutsal mekanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde var oluşları…
n
n
n
n Birinci Meclis’in gaz lambalarıyla aydınlanan ve odun sobalarıyla ısıtılan taş salonlarındaki okul sıraları üzerinde verilen dünyanın ilk milli mücadelesinin şimdiki Meclis in kaloriferlerle ısıtılan, avizelerle aydınlatılan salonlarındaki ceylan derili koltuklardaki inkarını duymak ve o acıyı yaşamak yüreğimizi yakıyor.
n
n
n
n Bereket ki, o fotoğraflar var odamda, inkarın, ihanetin, korkaklığın ve işbirlikçiliğin her karanlığını Kuvvacıların gözlerindeki sönmez alev aydınlatıyor. Ben bu Türk milletini, bu milletin sessiz, suskun insanlarını seviyorum. Onlar küllerinin altında için için yanan ve ortaya çıkmak için külü üfleyecek kuvvetli, imanlı ve kararlı nefesi bekleyen kor ateş. O ocak sönmedi ve hiç sönmeyecek.
n
n
n
n Allah Türkün ocağını ebediyete dek söndürmez inşallah.
n