Ben bu yazıyı dün (10 Ağustos 2014) saat 16.39’da yazarken henüz oy verme işlemi devam ediyordu. Bugün siz okurken sonuçlar çoktan belli olmuş olacak. Kim kazanırsa kazansın ya da kimler kaybetmiş olursa olsun Türkiye’yi bugün itibariyle zor günler beklemektedir.

Uzun zamandır tırmandırılan siyasi gerginlikler, ötelenen ekonomik sorunlar, bölgemizi bir cehenneme çeviren dış gelişmeler ve sınırlarımızda gözlenen güvenlik zaafları artık saklanamaz ve çözümleri ertelenemez boyuta ulaşmıştır.

Ertelenmiş ve dolayısıyla birikmiş sorunların baskısından çok daha tehlikeli olan husus toplumun bir süreden beri hızlı ve bir daha kolay kolay çözülemez bir katılıkla kutuplaşmasıdır. Bu gerginlikte belagat şehvetine kapılmış siyaset dilinin payı çok büyüktür. Ve ne yazık ki milletvekilleri genel seçiminin ister normal zamanında ister daha önce yapılsın çok yaklaşmış olması sebebiyle bu dilin düzeleceği yolunda fazla bir umut da yok. Burada üç lidere ama yarından sonraki sıfatı ne olursa olsun özellikle Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a büyük görev düşmektedir.

Başında Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu dış siyaset ekibinin neredeyse tüm öngörüleri yanlış çıkmıştır. Dış siyasetin oluşturulmasında ya çok ciddi bir istihbarat(açık ve gizli bilgi akışı) zaafı ya da gelen bilgiyi okuma ve değerlendirme yetersizliği var. Ya da her ikisi birden mevcut; eğer böyleyse bu daha da kötü. Bölgemiz şekilleniyor, haritalar, rejimler değişiyor, saflar yeniden belirleniyor, sahneye yeni aktörler çıkıyor ve/veya çıkarılıyor. Güneyimizde çıkarılan yangın hızla bize doğru yayılıyor. Güneyimizde ister IŞİD(ya da yeni adıyla İD) isterse bağımsız bir Kürt devleti kurulsun her ikisi de kısa ve uzun vadede mutlaka bize sıkıntı verecektir.

Irak parçalanmıştır, Suriye zayıflatılmıştır. Her iki olgu da bölgenin en saldırgan devleti İsrail’in çıkarınadır. Kurulacak olan Kürt devleti de İsrail dostu ya da başka bir ifade ile fedaisi olmak üzere planlanmaktadır. Büyük Kürdistan’a giden yol er veya geç Türkiye’den ve İran’dan geçmek zorundadır.

Kıbrıs bizim gündemimizden düşse de Yunanistan’ın ve batının gündeminden hiç düşmüyor. Bu yıl veya önümüzdeki yıl daha ağırlıklı yer tutacaktır dış siyasetimizde. Bu arada Yunanlıların hemen burnumuzun dibindeki bize ait küçük adacıkları ve kayalıkları birer birer işgali ve oralarda karakollar inşası niyeyse hükümetin de de muhalefetin de gündeminde yok. Hani kimse bizden bir çakıl taşı alamazdı!

Ve ekonomi! Ekonomi kadrolarındaki görüş ayrılıkları artık kamuoyundan saklanmıyor veya saklanamıyor. Bakanın demecini danışman yalanlıyor. Bir bakanın savunduğu politikaya bir başka bakan karşı çıkıyor. Merkez Bankası sanki tarafların şamar oğlanı; gelen vuruyor giden vuruyor. Ve ekonominin makro göstergeleri çoktandır S.O.S. veriyor.

Bütün bunlar olurken toplumdaki “güven algısı” her alanda zayıflıyor. Kurumlara güven, ekonomiye güven devamlı geriliyor. Ordu, siyaset, polis, yargı, üniversiteler güven kaybediyor. En kötüsü de bu. Kağıt üzerinde olmasa da kafada, gönülde, fikirde ve işte bölünmüş bir toplum yapısıyla tüm bu sorunları yarasız beresiz atlatmak mümkün değil.

Allah kazananın ama ondan önce bu milletin yar ve yardımcısı olsun.