1 Aralık 1969'da genç bir gazeteci adayı olarak Tük Haberler Ajansı Samsun Bürosu'nun kapısından içeri adım attığımda ben Genç Ülkücüler Teşkilatı Samsun Şubesi'nin kurucu başkanıydım. Patronum ve ajansın üst yöneticileri ise sosyal demokrattılar. Trabzon Bürosuna kurucu şef olarak atandığımda da Milliyetçi Hareket Partisi Samsun Merkez İlçe teşkilat başkanıydım. Büro şefi olarak döndüğüm Samsun'da ajanstan ayrıldığım 78 Temmuz'una kadar da MHP il sekreteriydim.
Siyasi ve ideolojik farklılıklar benim yükselmeme hiç engel olmadı. Ne onlar benim tercihlerime karıştılar ne de ben onların benden beklentilerine ihanet ettim. Onlar benden tarafsız, doğru, çabuk ve dürüst haber istiyorlardı ben de onlardan haberlerimde özgür olmayı ve emeğimin karşılığını almayı bekliyordum. O güzel yıllarda tüm patronların ve tüm çalışanların beklentisi aynıydı. Ve herkes mutluydu.
Tercüman Gazetesi o yıllarda sağ düşüncenin basındaki en büyük temsilcisi ve yönlendiricisiydi. Logosunun hemen yanında bir söz vardı hiç unutmadığım ve unutmayacağım. Şöyleydi: 'Haber kutsal yorum hür.' Ne muhteşem bir ifadeydi o, bizi hem bağlar hem de korurdu. Bağlardı, haberin kutsiyetine yani tarafsızlığına, yani doğruluğuna ve yani çıkar ilişkisine alet edilmediğine emin olunduktan sonra o haberi yazmak değil yazmamak ayıptı, hatta suçtu. Patronun siyasi ve ideolojik tercihlerine ne kadar aykırı olursa olsun, sair ticari ilişkilerine ne gibi zarar verirse versin haber takip edilir, yazılır ve servise konurdu. Biz muhabirler de yazı işleri yetkilileri ve patronlar da haberin namusuna saygılı ve bağlıydık.
Yorum, muhabirin yani habercinin değil, muharririn yani köşe yazarının işiydi. Herkes hakkını ve haddini bilirdi. Habere yorum katılmaz hatta haberi saptıracak, haberin yanlış anlaşılmasına yol açacak, gazeteci ifadesiyle söylemek gerekirse 'haberi taşımayacak' başlık atılmazdı, atılamazdı. Yorum da öyle yalanlar, isnat ve iftiralar ve galiz küfürlerle yapılmazdı. Hakaret bile edebin ve zekanın emrinde müthiş bir zarafete bürünürdü.
Bir istisnanın dışında bilip de yazmadığım, yapmadığım hiçbir haber olmadı. Onu da yazmadım, yapmadım ama Ajans yönetimine haber verdim. 'Ben yazmıyorum, ben servise koymuyorum ama size de haber veriyorum' dedim. Şaşırdılar, Ankara mahreçli bir olaydı ve Türkiye'nin en deneyimli, en başarılı gazetecileri bizim Ankara Bürosu'nda çalışıyordu. Yarım saat sonra patronumuz rahmetli Kadri Kayabal aradı 'haberin doğru, tebrik ediyorum ama servise koymuyoruz, sana da özel pirim gönderiyoruz' dedi. Yazılmayan habere pirim veren patronların devriydi o devirler ve milli meselelerin her türlü şahsi ve ticari çıkarın önünde olduğu günlerdi.
Mesleğimizin teknik açıdan gelişmesini, bırakın dünüyle ve kendisiyle yarışmasını, dünya ülkeleriyle yarışması ve birçoğunu geçmesiyle ne kadar gurur duyuyorsam haber anlayışındaki militanlığa savruluşa da o kadar çok üzülüyorum. Tek tesellim özellikle de Anadolu'da hala birilerinin küresel emperyalizme yüreklice direnişleri ve hala pırıl pırıl insanların tüm zorluklara göğüs gererek ayakta durmaları ve giderek çoğalan tetikçi ya da çıkarcı kimliklere rağmen haberin namusunu ve ülkenin hayati çıkarlarını yiğitçe savunuşudur.
Bu yolun geçmiş kahramanlarını saygıyla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, idealist gençlerinin de alınlarında öpüyorum. Üstatlar örneğimizdi, gençlerse umudumuz. Allah yollarını ve bahtlarını açık eyler inşallah.